İş ve aile bir arada: Başkal'ın 5. kuşak hayali

Ahmet Onur Başkal, 40 yaşında, evli ve iki çocuk babası. Ticaret, onun için bir miras dedesinin 1965'te Petrol Ofisi bayisi olarak akaryakıt sektörüne girmesiyle bugün Latif Başkal AŞ'nin temellerini atmış. Ahmet Onur Başkal ise 7-8 yaşında sakız ve limonata satarak ticarete ilk adımını atmış, 2003'ten beri sektörün içinde. Başkal ailesi için iş, sadece para değil bir görev ve miras.

-Ben Ahmet Onur Başkal. 40 yaşındayım, evliyim ve 2 çocuğum var. Biz aslında ticarete, tüccar bir aileden geliyoruz. Dedem rahmetli, 1965 yılında akaryakıt sektörüne adım atmış. Ondan önce ise bakırcılık ve inşaat malzemeciliği ile uğraşmış. Daha doğru bir sıralamayla söylersek, önce bakırcılıkla başlamış, ardından inşaat malzemeciliği yapmış ve 1965-66 yıllarında Petrol Ofisi bayisi olarak akaryakıt sektörüne geçiş yapmış. Dedem bu sektöre çok ümitli bir şekilde katılmamış aslında. Bir gazete küpüründe Petrol Ofisi’nin bayilik vereceğini gördüğünde başvurmuş ama çok da ümitli değilmiş. Ben dedemle aynı evde büyüdüm ve hatırladığımız, anlattığı hikâyelerden kalanları bugün size aktarıyorum.

Dedem anlatırdı: Bir adam geldi ve dedi ki, “Biz size bayilik vermeye geldik. Türkiye’de üç istasyon açacağız; bu lokasyonlarda istiyoruz.” Dedem, ticareti iyi bilen, cevval bir insan olarak, sırasıyla 2-3 yıl arayla bu üç istasyonu faaliyete geçirdi. İşte şu anda sektörümüzdeki mevcut hâlimiz, Latif Başkal AŞ olarak, bu başlangıca dayanıyor. Ben şahsen 2003-2004 yıllarından beri, askerlik sürecim hariç, tam zamanlı olarak akaryakıt sektörünün içindeyim. Kayseri’de bu bir adettir; yaz aylarında sakız ve limonata satarak geçirdiğimiz, yani ticarete ilk adım attığımız dönemlerden itibaren, 7-8 yaşlarımızdan itibaren bize ticaret ruhu aşılanmış ve bu, bize bir görev olarak biçilmiş.

Ahmet Onur Başkal, 7-8 yaşlarında Düvenönü’ndeki benzinlik köşesinde limonata ve sakız satarak ticaretle tanışmış…

-Tabii ki sattık, 7-8 yaşlarımızdaydık. Bizim Düvenönü’ndeki benzinliğimiz kapanmaya yakın zamanlardaydı. Orada bir yazıhanemiz de vardı aynı zamanda. O dönem akaryakıt istasyonları bana çok karışık geliyordu; sürekli birileri geliyor, birileri gidiyordu. Kurumlar vardı, fişler kesiliyor, faturalar yazılıyordu. O zaman akaryakıt istasyonları şimdiki kadar yoğun değildi, az sayıdaydı.

Ben istasyonumuzun köşesinde, surların dibinde, otobüs durağı civarında limonata satardım. Bazen büyüklerimiz izin vermezdi. Bunun sebebini siz de Kayseri’de yaşamışsınızdır; yaz aylarında Kur’an kurslarına giderdik. Kur’an kursundayken, komşularımıza, bağdaki insanlara sakız satmaya çalışırdık. Bu şekilde bize ticareti alıştırmaya başlıyorlardı.

Elbette, 60-70 yaşındaki bir adam sakız almayacaktı ama çocukları şevklendirmek için bizden sakız alıyordu. İşte böyle başladık ticarete.

 

Mesleğin kokusunu çocuk yaşta aldı

Ahmet Onur Başkal, dedesi ve babasıyla aynı evde büyüyerek iş hayatının içine doğmuş. 1990’ların başında Kayseri’de istasyonlar basit ve iki pompaya sahipmiş ve su satışının hayal bile edilemediği söyleniyor. O dönemde bile Başkal ailesi, insanlara daha fazla imkân sunacak, geniş ve işlevsel istasyonlar hayal ederken Ahmet Onur Başkal, lisede öğrencilik yıllarında altyapıyı, pompaları merakla inceleyip mesleğin kokusunu içine çekmiş…

-Biz Salih Avgun Paşa’da yaşardık. Dedemle babamla aynı evde birlikte hayatımızı sürdürürdük. İş yerimizle evimizin arası dolmuşla 3-5 dakika, yürüyerek ise 10 dakikaydı. Sanırım bu durum genlerimde vardı; her fırsatta iş yerine giderdim. Hatta bazen beni götürmek istemezlerdi, “derslerden kaytarmış” diye ama o yaşlarda işleyişi ve hareketi görmek, tatmak ve tecrübe etmek isterdim. O zamanlar akaryakıt istasyonları, 90-92 yıllarında, bugünkü gibi lüks değildi. Üstü kanopili, giydirmeli, markalı istasyonlar yoktu; daha çok iki pompa ile çalışan, üstü açık ve market kısmı olmayan veya sadece madeni yağ satılan yerlerdi. Biz o dönemlerden bu zamanları kafamızda canlandırıyorduk. Mesela çocuk yaşta yağ satıyorsak, “Neden başka bir şey satamıyoruz?” diye merak ederdik. Kayseri’de o zaman su satılmazdı; herkes çeşmeden su içerdi. Şimdi en çok satılan ürünümüz su.

O zamanlar su satılacağını hayal etmiyorduk ama istasyonların daha geniş olması ve insanlara daha fazla imkan sağlaması gerektiğini düşünüyorduk. Babam da yaz dönemlerinde, dedem hayattayken bizi istasyona getirirdi. Daha sonra Sivas Caddesi’ndeki istasyonumuz, 1990’ların sonu ile 2000’ler arasında bu konseptle dönüşmeye başladı. Şehirdeki ilklerden biriydi; kanopili, geniş arazili, lüks bir akaryakıt istasyonu. Oranın inşaatından itibaren, o zaman lisede öğrenciydim ama her fırsatta gidip incelemek isterdim. Altyapısı nasıl, ürün yerin altından pompaya nasıl geliyor, tüm aşamalarını merak ederdim. Hep bir merakım vardı; daha doğrusu bizim mesleğin bir kokusu var ve bu kokuyu alarak kolay kolay bu mesleği bırakamıyorsun. İşte bizim hayatımızın, mesleki hayatımızın özeti budur.

İşin özü: Manevi miras

Ahmet Onur Başkal, dedesini “mekânı cennet olsun” diyerek hep dua ile anıyor. Babası ve dedesi, ona işin manevi temelini öğretmiş: hak yememek, insanlara saygılı olmak, esnaf olmanın değerini bilmek... 

Başkal, pompacılıktan markete, yıkamadan muhasebeye kadar işin tüm kademelerini deneyimleyerek bu sayede sahadaki çalışanları anladığını söylüyor.

-Şöyle diyebilirim: Mekanı cennet olsun, her zaman dedemi duayla anarım. Hatta hep derim ki, keşke bir 10 yıl daha yanında olabilseydim, tecrübelerinden faydalanabilseydim. Hayatımdaki en büyük eksikliklerden biri de buydu. Babamız o dönemde çalışıyordu; biz ise dedemiz hayattayken onun öğrettikleriyle büyüdük. Daha sonra babamız da aynı şekilde bizi hiç bırakmadı. Dedemizden duyduğumuz öğütleri hep kulağımıza küpe ederek yetiştik. Bize işin manevi tarafını, temelini öğrettiler: Hak yememek, insanlara saygılı olmak, esnaf olmanın değerini bilmek… Maddi kısmının zaten otomatik olarak geleceğine inandırıldık. “Sen tamah etme, paraya tamah etme, insanları hor görme. Yapacağın işin her şeyini bil” dediler.

Biz bu işi yaparken pompacılığını da deneyimledik. O zamanlar yıkama ve yağlama işleri de vardı; o dönemlerde çok çalışma fırsatımız olmadı ama ben tam o dönemin sonlarına yetiştim. Şimdi hâlâ bu işler var ama eskisi kadar ihtiyaç yok. Abim, babam ve dedem sayesinde bu süreçten minnetle çıktım. Bize pompacılığı da market kısmını da muhasebeyi de öğrettiler; işin her tarafını deneyimledik. Şimdi bir kış ayı geldiğinde, sahadaki arkadaşlarımızın ne hissettiğini çok iyi anlıyorum. Onlara yardımcı olmaya çalışıyoruz çünkü soğukta bir aracın hizmetini verirken yüzde yüz verim sağlamak zor. Biz bunu nasıl yüzde doksan, yüzde doksan beş, hatta yüzde seksen beş verime çıkarabiliriz diye düşünüyoruz; çünkü onları anlıyor ve akıllarından geçenleri hissedebiliyoruz.

Gece vardiyalarında da pompacılık yaptık; abim de ben de. Hâlâ sahaya ineriz. Kalabalık olduğunda araçlara müdahale eder, arkadaşlara yardımcı oluruz. Gelen müşterilerle sohbet etmeyi ve onlarla hemhal olmayı hiçbir zaman bırakmadık. Abim de hâlâ bunu yapıyor; hatta insanlarla iletişim konusunda benden daha iyi. Çalışanlarımızı hep dinledik, onları anlamaya çalıştık. Bugün geldiğimiz noktada işin her tarafındayız.

“Bereket bilançoda yazmaz”

Ahmet Onur Başkal, bir STK toplantısında duyduğu bu cümleyi rehber edinmiş… Ortağı ile birlikte yönettikleri akaryakıt istasyonlarında, bilançolarla ölçülemeyecek bir bereket ve huzur bulduğunu söylüyor. Başkal’ın hedefi ise nesiller boyu sürecek bir miras: Latif Başkal ismini 5. kuşağa taşımak ve bugün attığı adımlarla geleceği hazırlamak. 

“Bunu başarabilirsek, benim için en büyük mutluluk bu olacak” 

-Ben bir STK toplantısında bir abimden bir cümle duymuştum: “Bereket bilançoda yazmaz.” Bu cümle benim için adeta bir rehber, bir slogan oldu. Benim bir ortağım var; akaryakıt istasyonlarımız da var. Kardeşim, Mehmet Yapar, ortağımız. Çok güzel bir ortaklık geçiriyoruz; Allah nazarlardan saklasın. Birbirimize güveniyoruz ve eminiz. Hesap sormasam da o bana sürekli bilançoları gösteriyor, “Şunun muz şöyle oldu, böyle oldu” diye anlatıyor. Ama oranın bana verdiği bereketi, huzuru o yazan bilanço ile kıyaslayamıyorum. Gerçekten farklı bir bereket, farklı bir huzur var. Hedefime gelince… Hep Japonlara imrenmişimdir. Adam kartvizitinde “7. kuşak” diye yazmış. Biz ise kendi işimizde genellikle “Genel Müdür, CEO, Genel Müdür Yardımcısı” gibi ünvanlar kullanıyoruz. Onlar nesiller boyunca işlerini sürdürüyorlar. Benim şahsi hedefim de eğer becerebilirsek, Latif Başkal ismini beşinci kuşağa hazırlayabilmek. Bugünden itibaren hazırlayabilirsek benim için en büyük mutluluk bu olacaktır.

Gelecek nesil, işin içinde büyüyor

Ahmet Onur Başkal, iş ve aile hayatını iç içe geçirerek 5. Kuşağı işe hazırlıyor. Çocuklar daha 7-8 yaşında istasyonlarda gözlem yapıyor, limonata satıyor, pompacılığı deneyimliyor ve müşteriyle iletişim kurmayı öğreniyor. Oğluna sorduğunda, “Opetçi olacağım, burayı yöneteceğim” yanıtını alıyor; gelecekteki rolünü şimdiden kafasında canlandırıyor. Başkal, onların fikirlerini ciddiye alıyor ve üretmeye teşvik ederek, ticaretten soğumamalarını sağlıyor. Ayrıca bugün öğrendiklerini yarın şirkete taşıyacaklarını söylüyor.

-Bence iş hayatı ve özel hayat birbirine çok bağlı. Eğer benim 5. kuşak gibi bir hedefim varsa, özel hayatımızı ve aile hayatımızı da buraya entegre etmeliyiz. Örneğin çocuklarımızın gelecekte yapacağı meslekleri düşünmek gerekiyor; abimin çocukları ve benim çocuklarım toplam beş evladımız var ve bu şirkete neler katabilir, hangi sektörde olabilir, bunu planlamak önemli. 3. kuşak olarak 5. kuşağa bu işi taşımak istiyorsak, özel hayat ve iş hayatını entegre etmeli, çocukları yeteneklerine göre yönlendirmeliyiz. Bazıları esnaf ruhlu, bazıları yönetici kabiliyetine sahip; bunları harmanlayarak hedefe ulaşabiliriz. Çocuklar gözlemliyor; yazları istasyona gelip limonata sattılar, sonra pompacılığa geçtiler araç camı sildiler. Ekibimiz onlara müşteriyle iletişimi öğretti; bu da çocukların erken deneyim kazanmasını sağlıyor. Oğlum 7 yaşında gelecekteki rolünü kafasında canlandırıyor: “İlerde ne olmak istiyorsun?” diye sorduğumda, “Opetçi olacağım, burayı yöneteceğim” diyor. Fikirlerini ciddiye almak ve uygulamaya geçirmek, ticaretten soğumamalarını önlüyor. Örneğin bir slogan bulup evde deniyor; bunlar onun üretme ve düşünme sürecine katkı sağlıyor. Hoşuma giden tarafı, bunu kafasında düşünüyor ve üretmeye çalışıyor olması. Böyle olunca, inşallah onlar da bizim koyduğumuz hedefe doğru adım atacaklar.

Başarı, dua ve dürüstlükle ölçülür

Ahmet Onur Başkal, başarıyı maddiyatla değil, manevi değerlerle ölçüyor. Dürüstlük ve tamah etmemeyi iş hayatının temel öğütleri olarak gören Başkal, babasının bilinçli olarak verdiği tecrübeler sayesinde paranın en küçük birimine bile tamah etmeyi öğrenmiş ve bu öğretiyi nesillere aktarmayı hedefliyor.

-Bizim başarı dediğimiz şey öncelikle ana baba duası almaktan başlar. Her türlü maddi başarının bizim gözümüzde bir kıymeti yok. Manevi olarak, insanlara başımızı eğmiyorsak, sokaklarda ve şehirde başımız dik yürüyebiliyorsak; bir kişi bile çıkıp “Bu adamlar kötü” diyemiyorsa, bizim için en büyük başarı budur. Maddi başarı zaten bize öğretilen gibi her zaman gelir. “Bana bir başarınız var mı?” dendiğinde, aileme ve soyadıma taşıdığım sorumluluk, benim için yeterli bir başarıdır. Gerisi, para veya başka şeylerle ölçülemez. Dürüstlük ve tamah etmemek asıl mesele. Aslında daha önce söylediğim değerlerin birleşimi. Başımızı eğmeyecek işler yapmak. Örneğin, ticarete girdiğimizde, babam bile bile bize para kaybettirdi. Biz bir iş yapmak istedik ve babam bunun sonunda paramızı kaybedeceğimizi biliyordu, ama önümüzü kesmedi. Bize tecrübe verdi. Ve bunu yaparken dedi ki: “Oğlum, bakın, ben bunu sizin için özenle yaptım. Siz de evlatlarınız için aynı şekilde yol açacaksınız. Onların önüne tıkamayacaksınız. Ne olursa olsun, paranın en küçüğüne bile tamah etmeyeceksiniz.”

Bizim için en büyük öğüt budur. Onun bize bıraktığı isim, dışarıda konuşulduğunda iyi anılması, bizim için en büyük rehber ve öğüttür.

Anne duası en büyük güç

Ahmet Onur Başkal’a göre başarı ve huzurun kaynağı paradan çok manevi değerlerde gizli. Onun zor anlarında, annesinin duası yol gösterici oluyor…

-Gitsek de gitmesek, biliyorum ki annem arkamda ve sürekli dua ediyor. Benim, abimin, babamın arkasında durmadan dua ediyor. Bazen bunalıp daraldığımda, “Anne, ne yapıyorsun?” diye telefon açarım; bana iyi gelir.

Sadece tek konuşmam yeterlidir: “Ne yapıyorsun, anne, iyi misin?” Ellerinden öperim. Yanına gittiğimde annem şöyle der: “Bir liran trilyar olsun.” Ben de sorarım: “Ya anne, trilyar ne, öyle bir para birimini bilmiyorum, görebilir miyiz?” O da der ki: “Yok oğlum, sizin gönlünüz, kalbiniz temiz; Allah sizin gönlünüze göre versin.”

Anamızın duası bizden hiçbir zaman eksik olmaz. Allah, Rabbimiz, annemize hayırlı ve uzun ömür versin, hiçbir zaman eksik etmesin, inşallah.

 

Hunat TV - Bizi Sosyal Medyada Takip Edin!

Bakmadan Geçme