Bir zamanlar gazetecilerin en büyük derdi tirajdı. Kaç satıyoruz, hangi manşet daha çok alıcı buluyor, rakip gazete bizden fazla mı sattı...
Tüm bu olan bitenler haber merkezinin gündemini belirlerdi. Çünkü tiraj, yalnızca kağıt üstünde bir sayı değil, gazetenin itibarı, reklam geliri ve hatta toplumsal gücü demekti.
Ama tabii zaman değişti... Televizyonun cazibesi, ardından ise internetin sonsuz dünyası tirajın değerini yavaş yavaş eritti.
Bugün birçok genç, gazete bayisini hiç görmeden büyüyor. Tiraj denilen kavram ise neredeyse nostaljik bir hatıradan ibaret.
Peki tiraj gitti de yerine ne geldi? Tabii ki tıklanma...
Günümüzde gazetecilik kimin daha çok okunduğu değil, kimin daha çok tıklandığı üzerinden ölçülüyor.
Yani artık reklam gelirleri de itibar sıralaması da bu rakamlara göre endekslenmiş durumda.
Ee hâl böyle olunca da başlıkların niteliği değil, cazibesi ön plana çıkıyor.
“Şok”, “Görenler hayrete düştü!” ya da “O isimden bomba sözler”
Herkese tanıdık geldi değil mi? Çoğu zaman içerik ile ilgisi bile olmayan, sırf okuru sayfaya çekmek için atılan başlıklar...
İşte durum bu. Modern gazeteciliğin en büyük açmazı. Yani clickbait kültürü...
Oysa gazetecilik yalnızca dikkat çekmek mi? Tabii ki değil. Esas mesele güven vermektir.
Tiraj döneminde böyleydi, tıklanma çağında da bu böyle olmalıydı. Okuyucu güvenmediği bir gazeteyi almazdı, şimdi de güvenmediği bir siteye tıklamaz.
Bugün yaşanan sorun, aslında mesleğin kendisine de yabancı değil. Dün tiraj uğruna atılan manşetler de abartılıydı, bugün ise tıklanma uğruna başlıklar çarpıtılıyor. Değişmeyen tek şey ise okuyucu sonunda gerçeği arıyor.
Gazeteciliğin geleceği bu tuzaktan çıkabilmeye bağlı. Ama gel de bunu sevgili meslektaşlarımıza anlat... Kısa vadede birkaç tık kazandıran başlık uzun vadede ise mesleğe zarar veriyor.
Ama bir hakikati unutmamak lazım...
Tıklanma sayıları değil, güven duygusu gazeteciliği ayakta tutar.