Matematiğin belirli bir sistematiği vardır; örneğin 2+2 her zaman 4 eder, tıpkı değişmez doğa yasalarının evrende daima geçerli olması gibi.
Mühendislik fakültesi bitiren biri her zaman mühendis, tıp fakültesi bitiren ise uzmanlık alanına göre hekim olur.
Ancak ne yazık ki iletişim fakültesi mezunu herkes iletişimci olamadı gitti...
Ne yazık ki diyorum. Çünkü; iletişim fakültelerinin ülkemizdeki içler acısı hali ayan beyan ortada.
Gerek öğrencilerin amaçsız şekilde alan seçimi, gerekse fakültelerin yetersizliği… Tüm bunlar birleştiğinde ortaya sadece koca bir “vasatlar ordusu” çıkıyor.
Neyi yanlış yapıyoruz? Son sistem cihazlarla donatılmış iletişim fakülteleri neden artık geleceği inşa edecek nitelikli iletişimciler yetiştiremiyor? Bu soruyu düşünmeden edemiyorum.
Aslında cevabı hepimiz gayet net biliyoruz.
Türkiye’deki eğitim sistemi ne yazık ki herkese üniversite hakkı tanımaya başladı. Peki buna gerçekten gerek var mı?
Örneğin sınavda 1 milyonuncu sıraya girmiş bir gencin iletişim fakültesini “öylesine” gelip okumasının ne anlamı var?
Okulunu “başarıyla” tamamladıktan sonra mesleki yeterliliği ve donanımı ne ölçüde gelişiyor? Ya da gelişiyor mu?
Seçtiği alanda bir kariyer hedefliyor mu, yoksa diploma cebinde kalıp hayatına bambaşka bir yolda mı devam ediyor?
Evet, tüm bu soru işaretlerinin arasında gereksiz vakit kaybediyoruz. Aynı soruları sorup cevaplamaktan hiç bıkmıyoruz.
Ama ben size yanıtını vereyim:
Evet; öğrencilerin yetersizliği, ezbere dayalı eğitim sistemi, uygulamadan uzak anlayış, kariyer hedefi olmadan okuyan binlerce genç ve sektörün niteliksizler ordusuyla dolu oluşu bizlere kan kaybettirmeye devam ediyor.
Peki, ne yapmalı?
Birincisi; artık herkes elini kolunu sallayarak iletişim fakültesini tercih edememeli. Yetenek sınavlarıyla seçici olunmalı.
İkincisi; öğrencilere yalnızca kamera kullanmayı, haber yazmayı ya da muhabirlik yapmayı değil, mesleğin gerektirdiği düşünce yapısı, etik sorumluluk ve yaratıcılık öğretilmeli.
Üçüncüsü; akademik kadroların niteliği enine boyuna sorgulanmalı ve alanında tecrübeli, sektörün tozunu yutmuş isimler gençlere yol göstermeli.
Bu reçete uzar gider. Ama şimdilik hepimizin ortak sorunlarına kısaca değinmek istedim.
Dipnot olarak sektöre de birkaç söz söylemek gerekir:
İletişim sektörünün bugün yaşadığı kan kaybı yalnızca eğitimle açıklanamaz. İşverenlerin liyakatsizliği, personel seçimindeki keyfiyet, düşük ücret politikaları ve mesleki gelişime destek vermeyen anlayış da bu krizi derinleştiriyor.
Özellikle yerel medya, hem ekonomik darboğaz hem de yetişmiş insan kaynağı eksikliğiyle boğuşuyor. Gelir kaynakları daralan, reklam pastasından pay alamayan ve teknolojik dönüşüme ayak uyduramayan birçok yerel medya kuruluşu kapanma noktasına geliyor.
Oysa iletişim sektörü, toplumun sağlıklı bilgi alabilmesi için yaşamsal bir öneme sahip. Eğer bu alanda ciddi reformlar yapılmaz, nitelikli insan kaynağı desteklenmez ve sektörün ekonomik sürdürülebilirliği güvence altına alınmazsa, önümüzdeki yıllarda sadece fakültelerde değil, sahada da “vasatlık” daha da derinleşecek.
Sonuç olarak; iletişim fakültesini bitirmek tek başına iletişimci olmaya yetmez. Emek, gayret, sabır ve vizyon olmadan bu meslek yapılamaz. Ve en önemlisi, bu sektörde liyakat esas alınmadan, yerel medyanın sorunları çözülmeden, gelir kaybı telafi edilmeden “gerçek iletişimciler” yetişemez.