Hayat genelde bir kenara koyduğumuz yarınlarla, hayallerle doludur. Çoğu zaman “Yarın yaparım” deyişlerimizi ertelemiş zannederiz. Oysa ki doğru zaman nasıldır? Ne zamandır? Veya var mıdır?
Böyle böyle hayallerimizi usulca rafa kaldırıyoruz. Sonra bir gün kendimize “Ben gerçekten yaşadım mı? Yoksa birilerinin kurduğu hayata hizmet mi ettim?” diye soruyor, bir düşünüyoruz ve birçok gerçekle yüzleşiyoruz.
Evet! İşte o an ertelediklerimizin biriktirdiği o defter önümüze açılır; sayfalarında tek tek pişmanlık, geçmişe özlem, gelecekte belki de hiç yaşanmayacak konuların beklentisi vardır…
En büyük yanılgımız ise vaktimizin bol olduğu inancıdır. Erteleyerek avuturuz kendimizi ama bizimle asla pazarlık etmeyen tek gerçek zamandır. Geri gelmez ve asla beklemez…
Hayatımızı hep birilerinin beklentilerini karşılamakla meşgul ederken kendi iç sesimize kulak vermeyişimiz sonradan sırtımıza görünmez bir yük olur.
“Benim hayallerim nerede kaldı?”
Hayalleri erteledikçe aslında kendimizi, yaşamımızı ve geleceğimizi ertelediğimizi bilmemiz gerekiyor.
“Gerçekten yaşadım mı, yoksa başkalarının hayatında dekor muyum?”
İşte insan kimi zaman yaşamakla yaşatılmak arasındaki ince çizgide kayboluyor.
Oysa ki hayaller yaşanmak için vardır. Ertelediğimiz her hayal belli bir noktadan sonra ağırlık yapmaya başlar ve pişmanlık insanın en ağır yükü olur. ‘Keşke’lerle dolu bir ömür en büyük kayıptır.
Belki bugün adım atmak için doğru gündür. Çok istediğimiz ne varsa yapmanın zamanı bugündür. Hayallerinizi ertelemeyin, hayatın hesabı bize en sonunda sorulacak şu soru da gizlidir:
Yaşadın mı, yoksa başkanlarının hayalini mi yaşattın?
Sözün özü, gerçek hayat; başkalarının beklentilerini karşıladığımız değil kendi hayallerimizi yaşadığımız andır.