Elimizdeki telefonlar, bizi dünyaya bağlayan küçük ekranlar…
Çoğu zaman ise bizi dünyadan koparan birer zincire dönüşüyor. Peki, biz mi ekranlara hükmediyoruz, yoksa ekranlar mı bize hükmediyor?
Günümüzde sosyalleşme adı altında bir kafeye giriyorsunuz, dört kişilik masada dört kişi de başını telefona gömmüş…
Sohbet yok, kahkaha yok, sadece parmaklardan dökülen tık tık tık sesleri…
Bugün dünyanın en çok kullanılan arama motoru Google çöktü. Hemen hemen herkes internet bağlantısında sıkıntı yaşadığını düşündü, mobil verisini açtı kapattı. Modemi birkaç kez yokladı ama nafile…
Sonra sosyal medyada dolaşabiliyor olabilmek önemli olandı.
Bütün hayatımızı yansıttığımız sosyal medyada o an kim nerede? Neyi yemiş? Kiminle buluşmuş? Neyi giyinmiş? Ya da sosyal medyada içerik üreten kişiler neler paylaşmış?
Bir an göremeyeceğiz diye ödümüz koptu.
Yapılan araştırmalara göre bir birey günde ortalama 7 saatini telefon ekranına bakarak geçiriyormuş. Bu süre uyku dışında kalan saatlerimizin resmen yarısına denk gelirken insan ömrünün kaç yılına denk geldiğini düşünmek istemiyorum.
Peki biz bu yılları kime armağan ediyoruz?
Kendimize mi? Yoksa dijital dünyanın göremediğimiz efendilerine mi?
Aile içi sohbetlerimizin yerini mesajlara, duygularımızı ise emojilere sıkıştırıp kalıyoruz.
Ekran karşısında geçirdiğimiz vakit; kitap okumaktan, üretmekten, düşünmekten yani gerçek hayatta var olan ‘anı’larımızdan çalıyor.
Tabi dijital dünyanın imkanlarını çağımızda reddetmek mümkün değil ama ekranı amaç olarak değil araç olarak kullanmanın gerekliliğini hatırlatmak istedim…
Telefonu cebimize koyalım, başımızı kaldıralım o an göreceğimiz manzaralar hiçbir ekranın bize sunamayacağı kadar gerçek ve değerli…
Uzun lafın kısası gelin kendimizi ekranlara değil, hayata bağlayalım…
Ruhumuzu özgür bırakalım…