Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çağın çok ötesine geçen vizyonunu ile Türkiye, 5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyarak dünya tarihine örnek bir imza attı. Bu durum, yalnızca bir hukuk düzenlemesi değil kökleri Türk töresine uzanan bir hak teslimiydi. Çünkü Türk kültüründe kadın, tarih boyunca toplumun öznesi, bir yuvanın nefesi ve devlet aklının ortağı olarak görülmüştü. Kadın; toyda söz sahibi, cephede omuz omuza mücadelesi, evde ise aklın ve iradenin dengesiydi.
Maalesef bugün geldiğimiz noktada, yasal kazanımlarımızla toplumsal gerçekliğimiz arasındaki bağın zayıfladığı bir tabloyla karşı karşıyayız. Kadın hala toplumun en korunmasız alanlarında hedefte duruyor. Bir kadının yaşam hakkına yönelen şiddet, yalnızca bir bireyin canını almıyor; bir toplumun vicdanını, huzurunu ve geleceğini yaralıyor. Bugün hala kadına şiddetin istatistiki verileri anlatılıyor, her yeni haberde aynı cümlelerle geçiştiriliyor: “Bugün ülkemizde bir kadın cinayeti daha yaşandı…”
Oysa bütün bunlar geriye kalan bir çocuğun sessizliği, bir toplumun suç ortaklığı demektir.
Bazı kaynaklara göre Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in “Allah sizden; kadınlara karşı iyi ve hayırlı olmanızı ister; çünkü onlar, sizin analarınız, kızlarınız veya teyzelerinizdir" dediği rivayet edilir.
Türk töresi ise kadına kıymeti “eş” kavramıyla verir. Kadını birey olarak görür; aklı, iradesi, sözü ve yeteneğiyle tanımlar. Bugün kadınların siyasette, sanatta, iş hayatında, akademide ya da hayatın tüm alanlarında daha fazla görünür olması, bu törenin günümüze modern yansımalarıdır. Ama yeterli midir? Değildir…
Çünkü hala birçok kadın kendini ifade ederken sesini kısmak zorunda hissediyor. Hala başarı hikayeleri “kadın olmasına rağmen” diye başlayan cümlelerle anlatılıyor. Hafızalarımıza böyle yer ediniyor…
Kadına verilen haklar, kadına verilen değerin sadece bir parçasıdır. Önemli olan zihniyeti, dili ve davranışı dönüştürmektir. Kadının varlığını güçlendirmek yalnızca bir kadının kendi çabaları ile değil, toplumun tamamının sorumluluğu ile olacaktır. Çünkü kadın güçlenirse; aile güçlenir, ekonomi güçlenir, şehir güçlenir, devlet güçlenir.
Bugün, seçme ve seçilme hakkının 91. Yılında bu kazanımın sadece sandıkta değil, hayatın her alanında karşılık bulduğu bir Türkiye hedefiyle yolumuzu yürümeliyiz. Türk töresinin özüne ve Cumhuriyet’in ruhuna en çok yakışan da budur.
5 Aralık, kutlama günü olduğu kadar; geçmişi hatırlama, bugünü sorgulama ve yarını yeniden inşa etme günüdür.
Kadına yönelik şiddetin bittiği, eşit fırsatların sunulduğu, emeğin ve aklın cinsiyetle ölçülmediği günlere diyelim ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle bitirelim:
“Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.”